Arama:
GAYRİMENKUL YAPIM SÖZLEŞMESİNE DAYALI İCRA TAKİBİNE İLİŞKİN İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA ORTAKLIK VE İŞÇİLİK İLİŞKİSİ OLUP OLMADIĞININ TESPİTİ VE TİCARİ DEFTERLERİNİN, TİCARET SİCİL KAYITLARI İLE BANKA KAYITLARININ ARAŞTIRILMASI GEREKİR

Hukuk Genel Kurulu         2022/70 E.  ,  2023/773 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
KARAR : Davanın kısmen kabulüne

ÖZET : Davacı, davalı ile arasında 03.07.2009 tarihinde imzalanan gayrimenkul yapım sözleşmesi gereğince davalıdan olan alacağının tahsili için icra takibi başlattığını, davalının borca ve fer’îlerine itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptali ve takibin devamına karar verilmesini istemiştir. Davalı, davacı ile arasında imzalanan bir sözleşme bulunmadığını, sözleşmeyi dava dışı …’ın imzaladığını, …’ın da kendisinin yetkili temsilcisi olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir. İlk derece mahkemesi, davacı ve davalı arasında imzalanan sözleşmenin davalı açısından bağlayıcı olduğunu, davalının sözleşmedeki edimleri yerine getirmediğini, davalı tarafından yapılan itirazın haksız ve kötü niyetli olduğunu kabul ederek davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesi, dava dışı …’ın davalı adına hareket edip etmediği konusunda yeterli inceleme yapılmadığını belirterek kararı bozmuştur. Direnme kararı üzerine Hukuk Genel Kurulu’nca yapılan inceleme sonucunda;

  • Dava dışı …’ın davalı adına hareket edip etmediği hususunun belirlenmesi için, tarafların ticari faaliyet yapıp yapmadıkları, dava dışı …’ın davalı ile ortaklık veya işçilik ilişkisi bulunup bulunmadığı, dava dışı …’ın davalı adına başkaca işlemler yapıp yapmadığı, dava dışı …’ın davalı adına imzaladığı sözleşmenin davalı tarafından benimsenip benimsenmediği, onanıp onanmadığı hususlarında araştırma yapılması gerektiği,
  • Mahkemece, dava dışı …’ın davalı adına işlem yapmaya yetkili olup olmadığının belirlenmesi için, ticaret sicil kayıtları ile banka kayıtları da araştırılmalı, defterler üzerinde inceleme yapılarak benzer işlemlerin dava dışı … tarafından temsilci sıfatıyla hareket ederek yapılıp yapılmadığı, davalı tarafından dava dışı …’ın temsilcisi olarak görülüp görülmediği hususunda araştırma yapılmalıdır.

Bu nedenle, mahkemece, eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi nedeniyle direnme kararının bozulması gerektiğine karar verilmiştir.

1. Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin maliki olduğu taşınmazda bina yapımı için davalı … …/… İnşaat Firması ile anlaşarak 03.07.2009 tarihli sözleşme imzaladığını ve inşaat projesinin yapılarak ruhsatlarının alınması için 02.07.2009 tarihinde davalıya vekâletname verdiğini, söz konusu binanın yapımı için makbuzlar karşılığında davalıya toplam 66.000,00 TL ödendiğini, anılan makbuzları kendi el yazısı ile düzenleyen davalının imzaları mimar ortağı ve nişanlısı olduğunu söylediği dava dışı …’a attırdığını, müvekkili tarafından ödemeler yapıldığı hâlde davalı ve nişanlısı/ortağı olduğunu söylediği …’ın sözleşmedeki edimlerini yerine getirmediğini, görüşmelerin başından beri davalının işi yapacağı, aynı şekilde birçok işi yapıp bitirdiği, nişanlısı olduğunu söylediği …’ın mimar olduğu konusunda müvekkilini inandırdığını, sonradan müvekkilinin …’ın mimar olmadığını öğrendiğini, davalının sözleşmeyi kendisinin hazırlamasına, sözleşmenin üç maddesinde el yazısı ile düzeltme yapmasına ve makbuzları kendi el yazısı ile tanzim etmesine rağmen imzaları …’a attırdığını, müvekkilinin işin yapılıp yapılmadığının tespiti için … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/57 Daire iş sayılı dosyasında yaptırdığı tespit sonucu alınan raporda işin hiçbir şekilde yapılmadığının tespit edildiğini, müvekkili tarafından 28.07.2011 tarihinde davalıya gönderilen ihtarnamede sözleşmenin feshedildiği bildirilerek yapılan ödemenin faizi ile birlikte iadesinin istenildiğini, ihtarnamenin davalıya 04.08.2011 tarihinde tebliğ edildiğini, davalının 18.08.2011 tarihli cevap ihtarında imzasını içeren herhangi bir sözleşme bulunmadığını ve para almadığını, taraf sıfatı bulunmadığını savunduğunu, bunun üzerine müvekkilinin davalıdan olan alacağını tahsil etmek amacıyla … Anadolu 14. İcra Müdürlüğünün 2014/10501 Esas sayılı dosyasında davalı aleyhine icra takibi başlattığını, davalının haksız ve kötüniyetle borca ve fer’îlerine itiraz ettiğini ileri sürerek davalı tarafından yapılan tüm itirazların iptaline, takibin devamına ve % 40 oranından az olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının sunduğu 03.07.2009 tarihli sözleşmede müvekkilinin imzasının, el yazısının ve şirket kaşesinin bulunmadığını, dava konusu sözleşmenin … ile davacı arasında imzalandığını ve ikisi arasında bir takım taahhütleri içeren bir sözleşme olduğunu, müvekkilinin böyle bir sözleşmenin yapıldığından haberi ve bilgisi olmadığı gibi, yetkisiz temsilcinin imzaladığı sözleşme kural olarak temsil edileni bağlamayacağından dava konusu sözleşmenin de müvekkili açısından hukuken bağlayıcı olmadığını, dava dilekçesinde sözü edilen makbuzlarda da …’ın imzasının bulunduğunu, müvekkilinin bu makbuzlarda imzası bulunmadığı gibi alındığı iddia edilen paralardan da haberi olmadığını, bu nedenle makbuzlardan da …’ın sorumlu olduğunu, müvekkilinin hiçbir zaman …’ın mimar olduğu konusunda davacıyı kandırmadığını, aslında müvekkilinin kandırıldığını ve …’un mimar olmadığını sonradan öğrendiğini, gayrimenkul yapım sözleşmesinde ve makbuzlarda adı ve imzası bulunmayan müvekkilinin davanın tarafı olmadığı gibi, davacıya karşı herhangi bir borcunun da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Kararı
6. … Anadolu 2. Asliye Mahkemesinin 30.05.2019 tarihli ve 2017/156 Esas, 2019/255 Karar sayılı kararı ile; tüketici mahkemesince verilen görevsizlik kararının Özel Dairece onanması üzerine yapılan yargılama sonucu taraflar arasında akdedilmiş yazılı bir sözleşmenin varlığından bahsedilemeyeceği, ancak davalının bir beyanına göre kendisine ait olan, diğer beyanına göre de yanında işçisi olarak çalışan dava dışı … ile birlikte ortaklaşa faaliyet yürüttüğünü belirttiği, ceza dosyası ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle takipsizlik ile sonuçlanan soruşturma dosyalarından tarafların sözleşme hükümlerini yerine getirmedikleri ve aldıklarını iade etmeleri gerektiğinin anlaşıldığı, davacı adına yapılan ödemelerin dava dışı … tarafından tahsil edildiği, ancak davalının iç mimar olduğu ve davacı ile arasında yazılı sözleşme bulunmasa dahi sözleşme hükümlerini kendisinin bizzat yerine getireceği inancını doğurmak suretiyle davrandığı, firma adına tahsil edilen ve bizzat yerine getirilmesi gerektiği hâlde ifa edilmeyen sözleşme doğrultusunda aldıklarını iade etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının icra dosyasına yaptığı itirazının 66.000,00 TL asıl alacak üzerinden iptaline ve takibin devamına, bu miktara takip tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına, fazlaya ilişkin istemin reddine, davalının hesaplanabilir ve likid bir borcu olduğunu bildiği hâlde haksız şekilde takibe itiraz ederek durmasına sebebiyet verdiğinden İİK.’nın 67/2 nci maddesi gereğince takdiren alacağın % 20’si oranında icra inkâr tazminatı ile mahkûmiyetine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 30.06.2020 tarihli ve 2019/3309 Esas, 2020/1951 Karar sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Davalı tarafın temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı ile davalı arasında imzalanan bir sözleşme bulunmamaktadır. Ancak davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir.
Kural olarak 818 sayılı BK’nın 32 ve 6098 Sayılı TBK’nın 40. maddesi hükümlerine göre, yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar, alacak ve borçları temsil olunana intikâl eder. Hukuki muamelede bulunanın yetkili temsilci olmaması halinde, temsil olunanı bağlamayacağından şahsen sorumlu olur. Ancak 818 Sayılı BK’nın 38 ve 6098 sayılı TBK’nın 46. maddelerinde, bir kimsenin yetkisi olmadığı halde temsilci olarak bir hukuki işlem yaptığı ve bu işlemi temsil olunan tarafından onandığı ve icazet verildiği taktirde temsil olunanı bağlayacağı kabul edilmiştir.
Somut olayda davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir. Mahkemece, sözleşmeyi imzalayan dava dışı …’ın yaptığı benzer işlemlerin temsil olunan tarafından benimsenip benimsenmediği, onanıp onanmadığı hususunda herhangi bir inceleme yapılmamıştır. …’ın yetkili temsilci gibi davranıp davranmadığı konusunda inceleme yapılmamış olduğundan, ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları da araştırılarak, defterler üzerinde inceleme yapılıp benzer işlemlerin tarafından temsilci sıfatıyla hareket ederek yapılıp yapılmadığı, davalının temsilcisi gibi görüp görmediği hususunda araştırma yapılıp, davalının temsilcisi olduğunun yahut temsilci gibi hareket ettiğinin saptanması halinde davaya konu sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. … Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.03.2021 tarihli ve 2020/298 Esas, 2021/60 Karar sayılı kararı ile; önceki kararın gerekçesi aynen tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı vekili tarafından davalıyı temsilen imzalandığı ve davalı açısından bağlayıcı olduğu iddiasıyla davanın dayanağı olarak dosyaya sunulan 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan dava dışı …’ın davalının yetkili temsilcisi gibi davranarak davalı adına hareket edip etmediği konusunda mahkemece banka ve ticaret sicil kayıtları ile defterler üzerinde inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği, ceza dosyası ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen soruşturma dosyası ile tüm dosya kapsamındaki delil ve belgelerden dava dışı …’ın davalının temsilcisi olduğunun ve davalı ile birlikte ortaklaşa faaliyet yürüttüğünün saptanıp saptanmadığı, başka bir anlatımla ilk derece mahkemesince yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm tesisine elverişli ve yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle borç doğuran sözleşmelerden birisi olan ve tam iki tarafa borç yükleyen “Eser sözleşmesi” hükümleri irdelenmelidir.
13. Eser sözleşmesi, uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 355 inci maddesinde “İstisna akdi” olarak adlandırılmış olup, “İstisna bir akittir ki onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder” şeklinde ifade edilmiş; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 470 inci maddesinde de, “Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir” biçiminde tanımlanmıştır.
14. Eser sözleşmesi iki tarafa karşılıklı borç yükleyen bir tür iş görme sözleşmesi olup, “eser” ve “bedel” olmak üzere iki temel unsuru bulunmaktadır. Bu sözleşmelerde yüklenici, iş sahibine karşı yüklendiği özen borcu nedeniyle eseri yasa ve sözleşme hükümlerine, fen, teknik ve sanat kurallarına uygun olarak yaparak ve zamanında tamamlayarak iş sahibine teslim etmekle; iş sahibi de bu çalışma karşılığında ivaz ödemekle yükümlüdür.
15. Türk Hukuk Lûgatında da “eser sözleşmesi” kısaca “Yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir” şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 353).
16. Gelinen aşamada “temsil” müessesi ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin açıklığa kavuşturulmasında fayda vardır.
17. Temsil kurumu eldeki dava konusu bina yapımına ilişkin eser sözleşmesinin düzenlendiği 03.07.2009 tarihinde yürürlükte bulunan mülga BK’nın 32 ilâ 40 ıncı maddeleri arasında (TBK md. 40 ilâ 48) düzenlenmiştir.
18. Mülga Borçlar Kanunu’nun 32 nci maddesinde;
“Salahiyettar bir mümessil tarafından diğer bir kimse namına yapılan akdin alacak ve borçları, o kimseye intikal eder.
Akdi yapar iken mümessil, sıfatını bildirmediği takdirde akdin alacak ve borçları kendisine ait olur. Şukadar ki kendisiyle akdi yapan kimse, bir temsil münasebeti mevcut olduğunu halden istidlal eder yahut bunlardan biri veya diğeri ile akit icrası kendisince farksız bulunur ise akdin hakları temsil olunan kimseye ait olur.
Sair hallerde alacağın temliki yahut borcun nakli hakkında mevzu usule tevfikan muamele icrası lazımgelir” şeklinde düzenlenen yetkili temsilde temsilin hükmüne TBK’nın 40 ıncı maddesinde;
“Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar.
Temsilci, hukuki işlemi yaparken bu sıfatını bildirmezse, hukuki işlemin sonuçları kendisine ait olur. Ancak, karşı taraf bir temsil ilişkisinin varlığını durumdan çıkarıyor veya çıkarması gerekiyor ya da hukuki işlemi temsilci veya temsil olunandan biri ile yapması farksız ise, hukuki işlemin sonuçları doğrudan doğruya temsil olunana ait olur.
Diğer durumlarda alacağın devri veya borcun üstlenilmesine ilişkin hükümler uygulanır” biçiminde yer verilmiştir.
19. Anılan hükümler gereğince temsil, bir hukuki muamelenin, başka bir şahıs adına ve hesabına yapılması ve muamelenin hukuki sonuçlarının bu şahıs üzerinde doğmasının sağlanmasıdır (Turgut Uygur, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt I, Ankara 2012, s. 371).
20. Türk Hukuk Lûgatında da “temsil” kısaca “Bir başkası adına hukuksal bir işlemi yapma yetkisidir. Bu yetki ile işlemi yapan kişiye temsilci denir. Eski terim mümessildir” şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s.1090).
21. Temsil hâlinde işlem temsilci tarafından temsil olunanın nam ve hesabına yapıldığından hukuki işlemin tarafı, doğrudan doğruya temsil olunandır. Temsilci hukuki işlemi temsil olunanı hiç söylemeden kendi adına yaptıktan sonra bu işlemden … hak ve borçları temsil olunana nakledebileceği gibi (dolaylı temsil), hukuki işlemi yaparken bu işlemi doğrudan temsil olunan nam ve hesabına da (doğrudan temsil) yapabilir.
22. Temsilin söz konusu olabilmesi için temsilcinin hukuki işlemi/muameleyi temsil olunan adına yapması, bunu diğer tarafa bildirmesi, temsilcinin temsil yetkisinin bulunması veya temsil olunanın sonradan yapılan hukuki işleme icazet vermesi gereklidir.
23. Bu noktada, mümessil tarafından yapılan hukuki işlemden … hak ve borçların temsil edilene ait olabilmesi için gerekli en önemli unsur; mümessilin, temsil edilen adına hukuki işlem yapmaya yetkili olmasıdır. Temsil yetkisi, temsil olunanın temsilciye, kendisini üçüncü kişiler nezdinde temsile yetkili olduğunu bildiren bir irade beyanıdır. Temsil ilişkisinin meydana gelmesi için yetki beyanının temsilcinin hakimiyet alanına ulaşması yeterlidir.
24. Doğrudan doğruya temsilin söz konusu olabilmesi için gerekli olan temsil yetkisinin olmaması hâlinde, temsil olunanın sonradan icazet vermesi bu noksanlığı tamamlar ve bu icazetle temsilci ile temsil olunan arasındaki temsil ilişkisi ispatlanmış olur. Temsil yetkisinin olmaması ve temsil olunanın icazet vermemesi hâlinde hukuki muamele kesin olarak hükümsüzdür. Temsil olunan ve temsilci, hukuki işlem ile bağlı değillerse de yetkisiz temsil ile işlem yapan temsilcinin üçüncü kişinin zararını karşılamak ile yükümlü olduğu açıktır (Hukuk Genel Kurulunun 22.09.2010 tarihli ve 2010/13-414 Esas, 2010/412 Karar sayılı kararı).
25. Bu husus mülga BK’nın 38 inci maddesinde; “Bir kimse salahiyeti olmadığı hâlde diğer bir şahıs namına bir akit yaptığı takdirde, bu şahıs bu akde icazet vermedikçe alacaklı veya borçlu olmaz. Diğer tarafın, temsil edilenin münasip bir müddet içinde o akde icazet verip vermeyeceğini beyan etmesini talebe hakkı vardır. Bu müddet zarfında icazet verilmediği halde, o kimse mülzem olmaz” şeklinde ifade edilmiştir.
26. Görüldüğü üzere temsil olunan, yetkisiz temsilcinin yaptığı sözleşmeye icazet verebilir. İcazet tek taraflı bir irade beyanı niteliğinde olup, mülga BK’nın 39 uncu maddesindeki açık düzenleme uyarınca icazetin sarahaten veya zımnen (açık veya örtülü şekilde) bildirilmesi mümkündür (Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2019 tarihli ve 2017/1-2610 Esas, 2019/12 Karar sayılı kararı).
27. Temsil yetkisinin varlığını ispat külfetinin kimin üzerinde olduğu konusuna gelince; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı maddesinde:
“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” kuralı getirilmiştir.
28. Aynı yöndeki düzenleme HMK’nın 190 ıncı maddesinin birinci fıkrasında, “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre ispat yükü, ispatı gereken vakıalara dayanan tarafa ait olup, herkes iddiasını ispatlamakla mükelleftir.
29. Somut olayda “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça” şeklinde belirtilen ispat yükünün istisnası olan hâller bulunmadığına göre, davacının iddialarının dayanaklarını; davalının ise, savunmasını dayandırdığı olguları ispatlaması gerekir.
30. İspat için başvurulan araçları (vasıtaları) ifade eden deliller; HMK’da senet, yemin, tanık, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralanmıştır. Ancak sayılan bu deliller sınırlayıcı (tahdidi) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hâllerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler. Delillerin değerlendirilmesinde ise, hâkimin bağlılığı ve her bir delile bağlanan hukuki sonuçlar bakımından “kesin” ve “takdiri” deliller ayrımı esas alınarak incelenme yapılmaktadır.
31. Kesin deliller başka bir ifadeyle kanuni deliller hâkimi bağlayıcı nitelikte olduğundan, hâkimin bu delilleri takdir yetkisi bulunmamaktadır. Kesin delillerden biri ile ispat edilen olay doğru olarak kabul edilmektedir. Takdiri deliller ise hâkimi bağlamaz, hâkim bu delilleri serbestçe tayin ve takdir eder, değerlendirir ve kararını buna göre verir (Hukuk Genel Kurulunun 04.10.2022 tarihli ve 2019/(23)6-852 Esas, 2022/1226 Karar sayılı kararı).
32. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının maliki olduğu taşınmazda bina yapımı için davalı … …/… İnşaat Firması ile 03.07.2009 tarihinde … İnşaat yazısı altında herhangi bir kaşe bulunmaksızın dava dışı … tarafından sözleşme imzalandığı, sözleşme konusu binanın inşaatı için yapılan ödemelere ilişkin makbuzları da …’ın imzaladığı görülmektedir.
33. İlk Derece Mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık davacı tarafın davanın dayanağı olarak dosyaya sunduğu 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan dava dışı …’ın davalının yetkili temsilcisi gibi hareket edip etmediği konusunda yeterli inceleme ve araştırmanın yapılıp yapılmadığı, dava dışı …’ın yaptığı işlemlerin temsil olunan davalı tarafından benimsenip benimsenmediği ve davalı açısından bağlayıcı olup olmadığı, temsil yetkisinin varlığının ispatlanıp ispatlanmadığı hususlarından kaynaklanmaktadır.
34. Bu kapsamda mahkemece hükmün dayanağı olarak kabul edilen davalı ile dava dışı …’ın … Anadolu 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/409 Esas sayılı ceza dosyasında ve … (… Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/20544 soruşturma nolu dosyasında alınan beyanlarına değinmekte fayda vardır.
35. … Anadolu 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/409 Esas sayılı ceza dosyasında davalı … … 07.07.2011 tarihinde alınan beyanında, 2007 yılında İTÜ İç Mimarlık bölümünden mezun olduğunu, Mimarlar Odasında kaydının ve yetki belgesinin bulunmadığını, 2009 yılında …’da mimarlık ve inşaat bürosu bulunan ve mimar olduğunu söyleyen …’ın yanında maaşlı eleman olarak çalışmaya başladığını, birkaç ay sonra …’ın devlet memuru gibi öğrencilere ders verdiğini ve büro açamayacağını söylemesi üzerine … ile birlikte kendisi adına kayıtlı olarak … İnşaat Mimarlık unvanı ile şube açtıklarını, burada kendisinin iç mimarlık projeleri çizdiğini, tüm işleri …’ın takip ettiğini, birlikte binaların iç ve dış restorasyon işlerini yaptıklarını, sonradan …’ın maaşını veremediği için Temmuz 2010 tarihinde işi bıraktığını belirtmiş; dava dışı … ise aynı tarihte şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde, yaklaşık yirmi yıldır binaların dış cephe ve iç tamirat işlerini yaptığını, 2009 ve 2010 yılları arasında …’da beş yıldan bu yana ailece görüştükleri iç mimar … … ile ortak olarak … İnşaat Mimarlık unvanı ile binaların tadilât işlerini yaptıklarını beyan etmiştir.
36. … (… Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/20544 soruşturma No.lu dosyasında davalı … … 28.08.2009 tarihli beyanında, … Mimarlık isimli iş yerinin sahibi olduğunu, …’ın da üniversiteden hocası olduğunu, aynı zamanda mimar olup kendisine yardım ettiğini belirtmiş; dava dışı … ise 08.09.2009 tarihinde alınan beyanında, … Mimarlık isimli iş yerinde mimar … …’ün yanında yardımcı olarak çalıştığını ifade etmiştir.
37. Netice itibariyle ceza dosyasında ve soruşturma dosyasında alınan beyanlardan dava dışı …’ın davalı nam ve hesabına onun temsilcisi sıfatıyla hareket ettiği, davalı ile …’ın birlikte ve ortaklaşa faaliyet yürüttüğünün saptandığı, dolayısıyla … tarafından yapılan işlemlerin davalı yönünden bağlayıcı olduğu, mahkemece hüküm tesisine elverişli olacak şekilde yeterli inceleme ve araştırmanın yapıldığı anlaşılmaktadır.
38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ceza yargılamasında savcılık aşamasında ve kollukta alınan ifadelerin temsil yetkisinin varlığına yönelik ikrar olarak kabul edilemeyeceği, dolayısıyla …’ın davalının yetkili temsilcisi sıfatıyla davrandığının tereddüte mahal vermeyecek biçimde ispatlanamadığı, eldeki dava dosyasına dava dışı …’ın davalıyı ve … İnşaat Firmasını temsile yetkilendirildiğine dair herhangi bir ortaklık sözleşmesi, vekâletname, imza sirküleri gibi kayıt ve belge ibraz edilmediği, hâl böyle olunca ilk derece mahkemesince gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından davalı yüklenici ile davanın dayanağı sözleşmeyi ve makbuzları imzalayan dava dışı … arasında iş ilişkisi olup olmadığının ve her ikisinin birlikte hareket edip etmediklerinin tespiti için yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığı, Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere dava dışı …’ın yaptığı işlemlerin temsil olunan davalı tarafından benimsenip benimsenmediği konusunda ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları ve defterler üzerinde inceleme yapılmak suretiyle …’ın davalının temsilcisi gibi davranıp davranmadığının saptanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
39. Hâl böyle olunca ilk derece mahkemesince verilen direnme kararı usul ve yasa hükümlerine uygun olup, yerindedir.
40. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre davalı vekilinin hükmedilen miktara yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararı yerinde ve uygun bulunduğundan davalı vekilinin hükmedilen miktara yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1 inci maddesi uyarınca miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,

12.07.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

“K A R Ş I O Y”

Dava, sözleşmenin feshi nedeniyle yapılan ödemelerin tahsili amacıyla davalı aleyhine başlatılan takibe itirazın iptali ve takibin devamı ile icra inkâr tazminatına karar verilmesi istemine ilişkindir.
Eldeki davada davacı iş sahibi vekili, davanın dayanağı olarak dosyaya sunduğu 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan …’ın davalı tarafından mimar ortağı ve nişanlısı olarak tanıtıldığını, sonradan …’ın mimar olmadığının öğrenildiğini, davalının sözleşmeyi kendisinin hazırlamasına, sözleşmenin üç maddesinde el yazısı ile düzenleme yapmasına ve ödemelere dair makbuzları da kendi el yazısı ile tanzim etmesine rağmen imzaları …’a attırdığını, müvekkili tarafından mahkemede yaptırılan tespit sonucu alınan raporda işin hiçbir şekilde yapılmadığının belirlenmesi üzerine sözleşmenin haklı olarak feshedildiğini ileri sürerek yapılan ödemelerin iadesi için davalı aleyhine başlatılan takibe itirazın iptalini talep etmiş; davalı yüklenici vekili ise, davacı ile … İnşaat Firması olarak … arasında düzenlenen 03.07.2009 tarihli sözleşmede müvekkilinin imzası, el yazısı ve şirket kaşesi bulunmadığını, yetkisiz temsilcinin imzaladığı sözleşmenin kural olarak temsil edilen müvekkilini bağlamayacağından dava konusu sözleşmeden dolayı müvekkilinin borçlu olamayacağını, ödeme makbuzlarında da …’ın imzasının bulunduğunu ve makbuzlardan …’ın sorumlu olduğunu, dava konusu sözleşmede ve makbuzlarda adı ve imzası bulunmayan müvekkilinin davanın tarafı olmadığı gibi, davacıya karşı herhangi bir borcunun da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince; davalının ceza dosyası ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle takipsizlik ile sonuçlanan soruşturma dosyasında alınan beyanında dava dışı … ile birlikte çalıştıklarını ve ortaklaşa faaliyet yürüttüklerini belirttiği, sözleşme hükümlerini yerine getirmeyen davalının aldıklarını iade etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, taraf vekillerinin temyiz itirazı üzerine Özel Dairece;
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Davalı tarafın temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı ile davalı arasında imzalanan bir sözleşme bulunmamaktadır. Ancak davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir.
Kural olarak 818 sayılı BK’nın 32 ve 6098 Sayılı TBK’nın 40. maddesi hükümlerine göre, yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar, alacak ve borçları temsil olunana intikâl eder. Hukuki muamelede bulunanın yetkili temsilci olmaması halinde, temsil olunanı bağlamayacağından şahsen sorumlu olur. Ancak 818 Sayılı BK’nın 38 ve 6098 sayılı TBK’nın 46. maddelerinde, bir kimsenin yetkisi olmadığı halde temsilci olarak bir hukuki işlem yaptığı ve bu işlemi temsil olunan tarafından onandığı ve icazet verildiği taktirde temsil olunanı bağlayacağı kabul edilmiştir.
Somut olayda davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir. Mahkemece, sözleşmeyi imzalayan dava dışı …’ın yaptığı benzer işlemlerin temsil olunan tarafından benimsenip benimsenmediği, onanıp onanmadığı hususunda herhangi bir inceleme yapılmamıştır. …’ın yetkili temsilci gibi davranıp davranmadığı konusunda inceleme yapılmamış olduğundan, ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları da araştırılarak, defterler üzerinde inceleme yapılıp benzer işlemlerin tarafından temsilci sıfatıyla hareket ederek yapılıp yapılmadığı, davalının temsilcisi gibi görüp görmediği hususunda araştırma yapılıp, davalının temsilcisi olduğunun yahut temsilci gibi hareket ettiğinin saptanması halinde davaya konu sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Özel Daire bozma kararından sonra İlk Derece Mahkemesince önceki kararın gerekçesi aynen tekrarlanmak suretiyle verilen direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; davacı vekili tarafından davalıyı temsilen imzalandığı ve davalı açısından bağlayıcı olduğu iddiasıyla davanın dayanağı olarak dosyaya sunulan 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan dava dışı …’ın davalının yetkili temsilcisi gibi davranarak davalı adına hareket edip etmediği; temsil yetkisinin varlığının kanıtlanıp kanıtlanmadığı, davalının ve dava dışı …’ın savcılık aşamasında ve ceza dosyasında alınan beyanlarından ortaklaşa faaliyet yürüttüklerinin kabul edilip edilmeyeceği, ilk derece mahkemesince yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm tesisine elverişli ve yeterli olup olmadığı, eksik inceleme ve araştırma ile karar verilip verilmediği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine “ispat” denir ve Türk Hukuk Lûgatında “kanıtlama, tanıtlama” olarak ifade edilmektedir (Türk Hukuk Lügatı, Ankara 2021, Cilt I, s. 595).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1 inci maddesi;
“İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir” şeklinde düzenlenmiştir.
Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 Esas, 2017/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.
Diğer taraftan hâkim kural olarak, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise HMK’nın “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde yer almakta olup;
“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. İkinci fıkrada ise, karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.
Bu hüküm, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6 ncı maddesinde yer alan: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” ifadesine paralel olarak düzenlenmiştir.
Çekişmeli vakıaların ispatı için ise delillere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada kesin deliller arasında sayılan “ikrar” kavramı hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 188 inci maddesinde taraflar veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıaların çekişmeli olmaktan çıkacağı ve ispatının gerekmediği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.

Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için bakınız. Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, s. 2037 ve devamı; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, … 1984, s. 549 ve devamı; …, …: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Ankara 1978, s. 510 ve devamı; Tanrıver, Süha: Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 212 ve devamı.).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 17.11.2022 tarihli ve 2021/(13)3-174 Esas, 2022/1542 Karar; 21.09.2021 tarihli ve 2017/(13)3-3146 Esas, 2021/1051 Karar sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir.
Yapılan tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; her ne kadar Sayın Çoğunluk tarafından davalı … … (…) ile dava dışı …’ın ceza dosyasında savcılık aşamasında ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen soruşturma dosyasında alınan beyanlarından ortaklaşa faaliyet yürüttüklerinin saptandığı, …’ın davalının temsilcisi sıfatıyla yaptığı işlemlerin davalı yönünden bağlayıcı olduğu gerekçesiyle direnme kararının yerinde olduğu kanaatine varılmış ise de; ceza yargılamasında savcılık aşamasında ve kollukta alınan ifadelerin temsil yetkisinin varlığına yönelik ikrar olarak kabul edilemeyeceği, dolayısıyla …’ın davalının yetkili temsilcisi sıfatıyla davrandığının tereddüte mahal vermeyecek biçimde ispatlanamadığı, eldeki dava dosyasına dava dışı …’ın davalıyı ve … İnşaat Firmasını temsile yetkilendirildiğine dair herhangi bir ortaklık sözleşmesi, vekâletname, imza sirküleri gibi kayıt ve belge ibraz edilmediği, hâl böyle olunca ilk derece mahkemesince gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından davalı yüklenici ile davanın dayanağı sözleşmeyi ve makbuzları imzalayan dava dışı … arasında iş ilişkisi olup olmadığının ve her ikisinin birlikte hareket edip etmediklerinin tespiti için yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda mahkemece Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere dava dışı …’ın yaptığı işlemlerin temsil olunan davalı tarafından benimsenip benimsenmediği konusunda ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları ve defterler üzerinde inceleme yapılmak suretiyle …’ın davalının temsilcisi gibi davranıp davranmadığının saptanması neticesinde hâsıl olacak sonuca göre karar verilmelidir.
Yukarıda açıklanan gerekçeyle, ilk derece mahkemesince verilen direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle Sayın Çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.

BORÇLU ŞİRKETİN TİCARET SİCİLİNDEKİ ADRESİNE ÇIKARILAN TEBLİGATIN MUHATAP TANINMIYOR ŞERHİ İLE İADESİ USULSÜZ OLUP BU TEBLİGAT ESAS ALINARAK TEBLİGAT KANUNU’NUN 35/4. MADDESİNE GÖRE YAPILAN TEBLİGAT DA USULÜNE UYGUN DEĞİLDİR

Hukuk Genel Kurulu         2023/294 E.  ,  2023/749 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
KARAR : Davanın usulden reddine

ÖZET : Tüzel kişilere yapılacak tebligatlarda, daha önce tebligat yapılmasa dahi tüzel kişilerin resmî kayıtlardaki adresine tebligat yapılabilmesine olanak tanıyan 7201 sayılı Kanun’un 35. maddesinin dördüncü fıkrası ve Tebligat Kanunun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 57. maddesinin dördüncü fıkrası hükümlerinin, tüzel kişilerin basiretli birer tacir olmaları ve sicile bildirilen adrese yapılacak tebligatların sonuçlarına katlanmaları gerektiği, günümüz şartlarında sanal ofislerin yaygınlaştığı, sicile bildirilen adreslerde tüzel kişilerinin taşınmaması durumlarının dahi söz konusu olduğu hususları göz önünde bulundurularak değerlendirilmesi gerekir.

Somut olayda, borçlu şirketin ticaret sicilindeki adresinin “… Mah. … Cad. No: 3 C Blok Daire:7 …/…” olarak bildirildiği, bu adrese çıkartılan satış ilanı tebligatının “muhatabın hanesi kapalıdır, muhatap tanınmıyor” şerhi ile 26.10.2019 tarihinde iade edildiği, bunun üzerine icra müdürlüğünce takip dosyasından … Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne müzekkere yazılarak borçlunun adresinin bildirilmesinin istendiği, … Ticaret Odasının cevabi yazısında, borçlunun adresinin “… Mah. … Cad. … Sok. No: 3 C Blok Daire:7 …/…” olarak bildirildiği ve satış ilanının borçlunun bildirilen bu adresine Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, borçlu şirketin ticaret sicilindeki adresine çıkarılan tebligatın “muhatabın hanesi kapalıdır, muhatap tanınmıyor” şerhi ile iadesi usulsüz olup, bu tebligat esas alınarak Tebligat Kanunu’nun 35/4. maddesine göre yapılan tebligat da usulüne uygun değildir.


Taraflar arasındaki ihalenin feshi isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda İlk Derece Mahkemesince şikâyetin usulden reddine karar verilmiştir.

Kararın borçlu vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı borçlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı borçlu vekili tarafından temyiz edilmekle, Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararından sonra İlk Derece Mahkemesince Hukuk Genel Kurulunun usule ilişkin bozma kararının gereği yerine getirilerek yeniden direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı borçlu vekilince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. TALEP
Borçlu vekili; alacaklı Banka tarafından 31.08.2015 ve 17.05.2017 tarihli Genel Kredi Sözleşmelerine teminat olarak verilen müvekkiline ait taşınmazlar hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile ilâmlı takip başlatıldığını, takip sonucunda altı adet taşınmazın 03.01.2020 tarihinde beşer dakika ara ile yapılan ihalelerle satıldığını, yapılan ihale işleminin usulsüzlükler içerdiğini, satış ilanına ilişkin tebligatın “İADE-Tanınmıyor” şerhi ile bila tebliğ iade edildiğini, alacaklı vekilinin talebi üzerine 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun (7201 sayılı Kanun) 35 inci maddesine göre tebliğ edildiğini, aynı anda başka bir adrese de tebligat çıkarıldığını fakat tebliğ işleminin yapılamadığını, satış ilanı tebliğinin usulsüz olması sebebiyle müvekkilinin kıymet takdirine de itiraz edemediğini, icra emrinin de 7201 sayılı Kanun’un 21 inci maddesine göre usulüne uygun tebliğ edilmediğini ve ihale sürecine ilişkin diğer şikâyetlerini belirterek ihalenin feshine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Alacaklı vekili; ihalenin feshine ilişkin şikâyetin süresi içerisinde yapılmadığını, icra emri, kıymet takdir raporu ve satış ilanının borçluya usulüne uygun şekilde tebliğ edildiğini, ihale nedeniyle borçlunun menfaati zarar uğramadığından borçlunun ihalenin feshini talep etmekte hukuki yararının bulunmadığını, şikâyetçinin diğer iddialarının da yersiz olduğunu belirterek şikâyetin reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 16.10.2020 tarihli ve 2020/282 Esas, 2020/436 Karar sayılı kararı ile; icra müdürlüğü tarafından borçluya gönderilen satış ilanında borçlunun tebligat adresinin “… Mah … Cad. No:3 C Blok D:7 …/…” olarak bildirildiği, tebligatın 26.10.2019 tarihinde bila tebliğ iade edildiği, bunun üzerine alacaklının talebi ile borçlu şirketin Ticaret Sicil Müdürlüğünde tescilli adresine 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesi uyarınca satış ilanının tebliğe çıkarılmasının talep edildiği, bila tebliğ iade edilen tebligat adresi ile sicildeki adresin aynı olması üzerine aynı adrese 35 inci madde uyarınca 26.12.2019 tarihinde tebliğ edildiği, bu hâliyle yapılan satış ilanı tebliğinin usulüne uygun olduğu ve ihalenin feshinin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (2004 sayılı Kanun) 134 üncü maddesi gereğince süresinde istenilmediği gerekçesiyle şikâyetin usulden reddine, esasa girilmediğinden para cezasına hükmedilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde şikâyetçi borçlu vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 05.02.2021 tarihli ve 2020/2831 Esas, 2021/242 Karar sayılı kararı ile; satış ilanının davacı borçlu şirketin ticaret siciline kayıtlı “… Mah … Cad. No:3 C Blok D:7 …/…” adresine tebliğe çıkarıldığı ve tebligatın 26.10.2019 tarihinde “muhatabın hanesinin kapalı olduğu, daire 5’in sözlü beyanına göre tanınmadığı” şerhiyle bila tebliğ iade edildiği, alacaklının talebi ile satış ilanının borçlu şirketin Ticaret Sicil Müdürlüğünde tescilli adresine 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesi uyarınca satış ilanının tebliğe çıkarıldığı, tebliğ tarihine ilişkin kaşede tarih okunmadığı için sistem üzerinden yapılan barkod sorgulamasına göre tebligatın 09.11.2019 tarihinde usulüne uygun tebliğ edildiği, borçlunun tebliğ tarihinde tebliğ adresinde faaliyet gösterdiğine ilişkin bir iddiasının bulunmadığı, 11.09.2020 tarihli beyan dilekçesinde, 20.03.2019 tarihinde sicile kayıtlı adresinde yangın çıktığını, yangın sebebiyle bu adresi kullanamadığını belirttiği, ancak takip dosyasına ve ticaret siciline de yeni bir adres bildirmediği, tebligat usulüne uygun olduğu için satış ilanının tebliğ edildiği tarih itibariyle ihale gününden haberdar olduğu, ihaledeki usulsüzlükleri ihale tarihi olan 03.01.2020 tarihinden itibaren 2004 sayılı Kanun’un 134 üncü maddesi gereğince 7 gün içinde ileri sürmesi gerektiği, 18.08.2020 tarihinde açılan ihalenin feshi isteminin süresinde olmadığı, İlk Derece Mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

V. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ İNCELEME SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde şikâyetçi boçlu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…Borçlu şirketin ticaret siciline bildirdiği adresine çıkartılan tebligat, adresin kapalı olması veya bu adresten taşınmış bulunması nedeni ile tebliğ edilemeden iade edilmiş ise, Tebligat Kanunu’nun 35. maddesinin ikinci fıkrasına göre, tebliği çıkaran merci, şirketin ticaret sicil adresine tebligat yapılmasını talep eder. Bu durumda tebliğ evrakının bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.
Somut olayda, borçlu adına “… Mah. … Cad. No: 3 C Blok Daire:7 …/…” adresine çıkartılan satış ilanı tebligatının; “muhatabın hanesi kapalıdır, muhatap tanınmıyor” şerhi ile 26.10.2019 tarihinde iade edildiği, bunun üzerine icra müdürlüğünce takip dosyasından … Ticaret Sicil Müdürlüğü’ne müzekkere yazılarak borçlunun adresinin bildirilmesinin istendiği, … Ticaret Odasının cevabi yazısında, borçlunun adresinin “… Mah. … Cad. … Sok. No: 3 C Blok Daire:7 …/…” olarak bildirildiği ve satış ilanının borçlunun bildirilen bu adresine Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre tebliğ edildiği (tebliğ tarihi okunaksız olduğundan tespit edilememiştir) anlaşılmaktadır.
Şikayetçi borçlu şirketin ticaret sicil adresine TK’nun 35. maddesi gereğince tebligat yapılabilmesi için, bu adrese gönderilen tebligatın, adresin kapalı olması ya da muhatabın adresten taşınmış olması şerhi ile tebliğ edilemeden iade edilmesi zorunludur. Şikayete konu tebligat tarihinden önce, borçlu şirketin ticaret sicil adresine çıkarılıp tebliğ edilmeden iade edilen tebligatın; “muhatap firma tanınmıyor” şerhi ile iadesi usulsüz olup, bu tebligat esas alınarak TK’nun 35/4. maddesine göre yapılan tebligat usulüne uygun değildir.
O halde, İlk Derece Mahkemesi’nce, yukarıda açıklanan nedenlerle satış ilanı tebliği usulsüz olup borçlunun ihaleden daha önceden haberdar olduğuna dair bir bilgi de bulunmadığından, şikayetin sürede olduğunun kabulü ile ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi ve istinaf başvurusu üzerine Bölge Adliye Mahkemesi’nce de başvurunun esastan reddine karar verilmesi isabetli olmayıp bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Birinci Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrası ve Tebligat Kanunun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin (Yönetmelik) 57 nci maddesinin dördüncü fıkrası hükümleri gereğince tüzel kişilere yapılacak tebligatlarda daha önce tebligat yapılmasa dahi tüzel kişilere yapılacak tebligatın resmî kayıtlardaki adresine tebligat yapılabileceği, Yargıtay kararlarına göre tüzel kişilere tebligat yapılabilmesi için öncelikle tüzel kişinin bilinen en son adresine ve bu arada bilinen en son adresi ticaret sicilindeki adresi ise 7201 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesine göre tebliğ yapılması, bu adrese yapılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesinden sonra aynı adrese 35 inci maddeye göre tebligat yapılmasının gerektiği, dolayısıyla tüzel kişinin ticaret sicilindeki adresine doğrudan-daha önce 10 uncu maddeye göre tebligat çıkartılmadan-tebligat yapılmasının geçerli ve yasanın anılan hükmüne uygun sayılamayacağı (Hukuk Genel Kurulunun 28.6.2006 tarihli ve 2006/12-481 Esas, 2006/482 Karar; 24.06.2015 tarihli ve 2013/2439 Esas, 20151732 Karar; Yargıtay 12 Hukuk Dairesinin 2021/967 Esas, 2021/5546 Karar sayılı kararları), buna göre tüzel kişilere 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca yapılacak tebligatta bilinen adrese çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade dönmesinin yeterli kabul edildiği, iade dönme sebebine göre 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca tebligat yapılıp yapılamadığının denetlenmediği, tüzel kişilerin basiretli birer tacir olmaları ve sicile bildirilen adrese yapılacak tebligatların sonuçlarına katlanılmaları gerektiği, günümüz şartlarında sanal ofislerin yaygınlaştığı, sicile bildirilen adreslerde tüzel kişilerinin taşınmaması durumlarının dahi söz konusu olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde şikâyetçi borçlu vekilince temyiz isteminde bulunulmuştur.

VII. HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunun 22.06.2022 tarihli ve 2022/12-333 Esas, 2022/981 Karar sayılı kararı ile; kısa karar ile gerekçeli kararın çelişkili olduğu gerekçesiyle tefhim edilen kısa karara uygun gerekçeli karar ve buna uygun hüküm oluşturmak üzere direnme kararı usulden bozulmuştur.

VIII. İLK DERECE MAHKEMESİNCE VERİLEN İKİNCİ DİRENME KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; Hukuk Genel Kurulunun bozma kararına uyulmasından sonra önceki gerekçe ile direnme kararı verilmiştir.

IX. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen direnme kararına karşı süresi içinde borçlu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Borçlu vekili; Hukuk Genel Kurulunun ilk direnme kararına yönelik bozma kararından sonra tekrar direnme kararı verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, 2004 sayılı Kanun’un 127 nci maddesi gereğince taşınmaz satışlarında satış ilanının bir örneğinin borçluya tebliğ edilmesi gerektiğini, 03.01.2020 tarihinde yapılacak ihale için 26.12.2019 tarihinde tebligat yapıldığını, bu sürenin makul olmadığını, tebliğ işlemlerinin usulsüz olduğunu, müvekkiline yapılan tebligatın tanınmaması sebebiyle iade edilmesinin mümkün olmadığını, müvekkilinin adresin bulunduğu bölgede aktif bir şekilde ticari faaliyette bulunduğunu, satış ilanı ve icra emri tebliğlerinin usulsüz olduğunu, elektronik ortamda teklif verme sürelerinin eksik olduğunu, satış ilanında ve şartnamede damga vergisinin tamamının alıcıya ait olduğu belirtilmiş ise de yasal olarak yarısının alıcıya ait olduğunu, bu durumun ihaleye katılımın azalmasına sebep olduğunu, kıymet takdir raporunun taşınmazların tüm özellikleri dikkate alınarak düzenlenmediğini, taşınmazların gerçek değerinin iki kat daha altında bir bedelle ihale edildiğini, müvekkilinin zarara uğradığını, satış ilanının tirajı 50.000’in üzerinde bir gazetede ilan edilmediğini, ihaleye konu taşınmazlar hakkında vergi dairesine müzekkere yazılmadığını, ne kadar vergi ve harç ödeyeceğini bilmeyen alıcıların ihaleye girmemesine sebebiyet verildiğini, ihalenin belirlenen saatler arasında yapılmadığını ve erken sonlandırıldığını, ihale tutanağında elektronik ortamdan verilen bir teklif bulunup bulunmadığının yazılmadığını, satıştan bir ay önce belediye ilanının yapılmadığını belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; şikâyetçi borçlu şirketin “… Mah. … Cad. No: 3 C Blok Daire:7 …/…” adresine yapılan tebligatın muhatabın hanesinin kapalı olduğu, adreste tanınmadığı şerhi ile bila tebliğ iade edilmesi üzerine aynı adrese 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrasına göre tebligat yapılmasının usulüne uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre borçlu şirketin ihaleden daha önceden haberdar olduğuna dair bir bilgi de bulunmadığından bahisle ihalenin feshine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
1.2004 sayılı Kanun’un 127 nci ve 134 üncü maddeleri.

2. 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesi.

3. Yönetmeliğin 57 nci maddesi.

2. Değerlendirme
1. 2004 sayılı Kanun’un 126 ve devamı maddeleri uyarınca haczedilen veya ipotekli taşınmazlar yalnız açık artırma yolu ile satılır. Satış talebi ile birlikte icra dairesince satışa hazırlık işlemleri yapılır. Satışa hazırlık işlemleri, arttırma şartnamesi düzenlenmesi, taşınmaz üzerindeki mükellefiyetler listesinin hazırlanması, satış ilanı ve satış ilanının bir suretinin borçlu, alacaklı ve tapu sicilinde kayıtlı bulunan ilgililere tebliğidir.

2. 2004 sayılı Kanun’un 127 nci maddesi uyarınca satış ilanının bir suretinin borçluya tebliğ edilmesi zorunludur. Borçluya satış ilanının tebliğ edilmemiş olması veya usulsüz tebliğ edilmesi başlı başına ihalenin feshi sebebidir. Aynı Kanun’un 21 inci maddesinin birinci fıkrası ile 57 nci maddesinin birinci fıkrasına göre icra işlerinde tebligat 7201 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümlerine göre yapılır.

3. Hemen belirtilmelidir ki, tebligat ile ilgili Kanun ve Yönetmelik hükümleri tamamen şeklidir. Değinilen işlemler, bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan bir usul işlemi olmakla, gerek tebliğ işlemi ve gerekse tebliğ tarihi ancak Kanun ve Yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir. Bu sebeple tebligatın usul yasaları ile ilişkisi de daima göz önünde tutulmalıdır.

4. 7201 sayılı Kanun ve Yönetmeliğin amacı tebligatın muhatabına en kısa zamanda ulaşması, konusu ile ilgili olan kişilerin bilgilendirilmesi ve bu hususların belgeye bağlanmasıdır. Hâl böyle olunca, 7201 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin en ufak ayrıntılarına kadar uygulanması zorunludur. 7201 sayılı Kanun ile Yönetmelik’te öngörülen şekilde işlem yapılmış olmadıkça tebliğ memuru tarafından yapılan yazılı beyan onun mücerret sözünden ibaret kalır ve dolayısıyla belgelendirilmiş sayılmaz. Nitekim, 7201 sayılı Kanun’un ve Yönetmeliğin belirlediği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligatların geçerli olmayacağı yerleşik yargısal içtihatlarda da açıkça vurgulanmıştır.

5. Usule aykırı tebliğin hükmü ise 7201 sayılı Kanun’un 32 nci maddesinde ve Yönetmeliğin 53 üncü maddesinde düzenlenmiş, tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Borçlunun bildirdiği öğrenme tarihi esas olup, bu tarihin aksi karşı tarafça ancak yazılı belge ile ispatlanabilir. Beyan edilen öğrenme tarihinin aksi tanık beyanıyla ispat edilemez.

6. 2004 sayılı Kanun’un 134 üncü maddesinin ikinci fıkrası “İhalenin feshini, Borçlar Kanununun 226 ncı maddesinde yazılı sebepler de dahil olmak üzere yalnız satış isteyen alacaklı, borçlu, tapu sicilindeki ilgililer ve pey sürmek suretiyle ihaleye iştirak edenler yurt içinde bir adres göstermek koşuluyla icra mahkemesinden şikayet yolu ile ihale tarihinden itibaren yedi gün içinde isteyebilirler. İlgililerin ihale yapıldığı ana kadar cereyan eden muamelelerdeki yolsuzluklara en geç ihale günü ıttıla peyda ettiği kabul edilir…” hükmünü, 7 fıkrası ise “Satış ilanı tebliğ edilmemiş veya satılan malın esaslı vasıflarındaki hataya veya ihalede fesada bilahare vakıf olunmuşsa şikayet müddeti ıttıla tarihinden başlar. Şu kadar ki, bu müddet ihaleden itibaren bir seneyi geçemez.” hükmünü içermektedir.

7. Hazırlık işlemlerinden olan satış (artırma) ilanının bir örneği 2004 sayılı Kanun’un 127 nci maddesi hükmüne rağmen ilgililere tebliğ edilmemişse, yolsuzluğun ihale günü öğrenilmiş sayılmasını Kanun uygun görmemiştir. Bu hâlde yedi günlük süre ihaleden gerçekten bilgi sahibi olunduğu (ihalenin öğrenildiği) tarihten itibaren başlayacaktır. Ancak bu süre (ihalenin feshini isteme süresi) ihaleden itibaren bir yılı geçemez (Ramazan Arslan, İcra İflas Hukukunda İhale ve İhalenin feshi, Ankara,1984, s. 173).

8. 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesi; “Kendisine veya adresine kanunun gösterdiği usullere göre tebliğ yapılmış olan kimse, adresini değiştirirse, yenisini hemen tebliği yaptırmış olan kaza merciine bildirmeye mecburdur. Bu takdirde bundan sonraki tebliğler bildirilen yeni adrese yapılır.
(Değişik fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Adresini değiştiren kimse yenisini bildirmediği ve adres kayıt sisteminde yerleşim yeri adresi de tespit edilemediği takdirde, tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır.
(Değişik: 19/3/2003-4829/11 md.) Bundan sonra eski adrese çıkarılan tebliğler muhataba yapılmış sayılır.
(Ek : 6/6/1985-3220/12 md.; Değişik fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve bu madde hükümleri uygulanır.
(Ek fıkra: 11/1/2011-6099/9 md.) Daha önce yurt dışındaki adresine tebligat yapılmış Türk vatandaşı, yurt dışı adresini değiştirir ve bunu tebliğ çıkaran mercie bildirmez, adres kayıt sisteminden de yerleşim yeri adresi tespit edilemezse, bu kişinin yurt dışında daha önce tebligat yapılan adresine Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğunca 25/a maddesine göre gönderilen bildirimin adrese ulaştığının belgelendiği tarihten itibaren otuz gün sonra tebligat yapılmış sayılır.” şeklinde düzenlenmiştir.

9. 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin birinci fıkrası gerçek kişi muhatap ile ilgili olup, eski adrese tebliğ yapılabilme şartları ikinci ve üçüncü fıkralarda gösterilmiştir. 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrası ise tüzel kişi muhatap ile ilgili olup, daha önce tebligat yapılmamış olsa bile tüzel kişinin yeni adresini kayıtlı olduğu sicile bildirmemesi hâlinde sicilde yazılı olan adresine aynı Kanunun 35 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkralarına tebligat göre yapılabileceği belirtilmiştir.

10. 6099 sayılı Kanun’un dokuzuncu maddesi ile 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinde yapılan değişikliğin gerekçesinde; “…maddenin dördüncü fıkrası tüzel kişiler bakımından özel ve açık bir düzenleme getirmektedir. Tüzel kişilerin adreslerinin, bir sicil veya resmî kayıtta belirli olması sebebiyle meçhul olmas düşünülemez. Bu çerçevede daha önce kendilerine tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından resmî kayıtlardaki adreslerinin esas alınacağı ve bu madde hükümlerinin uygulanacağı açıkça düzenlenmiştir…” açıklamasına yer verilmiştir.

11. Diğer taraftan Yönetmeliğin 57 nci maddesinin dördüncü fıkrası “Daha önce tebligat yapılmamış olsa bile, tüzel kişiler bakımından ana statü, sicil, tüzük ve kuruluş senedi gibi resmî kayıtlardaki adresleri esas alınır ve bu madde hükümleri uygulanır.” hükmünü içermektedir.

12. Tüzel kişi muhatap yeni adresini kayıtlı olduğu resmî sicile bildirmemiş ise resmî sicildeki adresi bilinen adres olarak kabul edileceği için 7201 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesinin birinci fıkrası uyarınca tebligat bu adrese çıkarılacak, ancak adres değişmiş olduğu için tebliğ evrakı tebliğ edilemeden iade edilecektir. Bu durumda tebliğ evrakının tebliğ edilemediği tüzel kişininin resmî sicildeki adresi 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrasının açık hükmü gereği esas alınarak, aynı maddenin ikinci fıkrasına göre tebliğ olunacak evrakın bir nüshası eski adrese ait binanın kapısına asılır ve kapıya asılma tarihi tebliğ tarihi sayılır. Bundan sonra eski adrese aynı Kanun’un 35 inci maddesinin üçüncü fıkrasına göre çıkarılan tebligatlar muhataba yapılmış sayılır.

13. Bu yasal düzenlenmelerden; ticaret şirketine çıkarılıp bila tebliğ dönen adresin ticaret sicilinde kayıtlı adresi olduğunun anlaşılması ve ticaret şirketinin bu adresini değiştirmesi hâlinde, yeni adresini ticaret siciline tescil ve ilan ettirmediği takdirde 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca aynı maddenin iki ve üçüncü fıkra hükümleri uygulanarak ticaret sicilindeki adrese yapılan tebligatın usulüne uygun olacağı anlaşılmaktadır (Timuçin Muşul, Tebligat Hukuku, Ankara, 2018, s. 228-232).

14. Somut olayda alacaklı tarafından şikâyetçi borçlu aleyhine … 10. İcra Müdürlüğünün 2019/2896 Esas sayılı dosyası ile ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile icra takibi başlatılmış, talimat yoluyla … Anadolu 5. İcra Müdürlüğünce taşınmazların satış işlemleri gerçekleştirilmiştir. … Anadolu 5. İcra Müdürlüğü tarafından borçlu şirketin takip talebinde gösterilen “… Mah. … Cad. No:3 C Blok D.7 …/…” adresine çıkartılan satış ilânına ilişkin ilk tebligatın “Muhatabın hanesi kapalıdır. Gösterilen adreste D5 … soruldu. Muhatap taınmıyor. Evrak merciine iade edildi” şerhiyle 26.10.2019 tarihinde bilâ tebliğ iade edildiği, borçlu şirketin “… Mah. … Cad. No:61 …/…” adresine çıkartılan satış ilanına ilişkin ikinci tebligatın da muhatabın taşındığı şerhiyle 13.11.2019 tarihinde bilâ tebliğ iade edildiği görülmektedir. Bunun üzerine borçlu şirkete 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesi gereğince “… Mah. … Cad. No:3 C Blok D.7 …/…” adresi esas alınarak satış ilânının tebliğe çıkartıldığı, 09.11.2019 tarihinde de mazbatada belirtilen adresin kapısına tebligatın yapıştırıldığı görülmektedir. Diğer taraftan, … Ticaret Odası kayıtları ile Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinin ilgili sayfasına göre borçlu şirketin tescil edilmiş adresinin ise “… Mah. … Cad. … Sk. No:3 C Blok D.7 …” olduğu anlaşılmaktadır.

15. Öncelikle belirtmek gerekir ki, her ne kadar borçlu şirket özel hukuk tüzel kişisi olup 7201 sayılı Kanun’un 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren 7101 sayılı Kanun’un 48 inci maddesi ile değişik 7/a maddesine göre tüzel kişilere tebligatın elektronik yolla yapılması zorunlu ise de dosya içeriğine göre borçlu şirkete ait elektronik tebligat adresi bulunmadığından aynı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca tebliğ işleminin 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinde belirlenen esaslara uygun olarak yapılması gerekmektedr.

16. Bu açıklamalara göre 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin dördüncü fıkrası ile Yönetmeliğin 57 nci maddesinin dördüncü fıkrası gereğince ticaret şirketine çıkarılıp bila tebliğ iade dönen adresin ticaret sicilinde kayıtlı adres olması hâlinde 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesindeki usûle göre yapılan tebligat geçerli olacaktır. Ancak somut olayda şikâyetçi borçlunun ticaret siciline kayıtlı adresi “… Mah. … Cad. … Sk. No:3 C Blok D.7 …” olmasına karşın “… Sk.” ibaresi yazılmadan “… Mah. … Cad. No:3 C Blok D.7 …/…” adresine 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesindeki usule göre yapılan tebliğ işlemi usulüne uygun değildir. Bu durumda borçlunun ihaleden daha önceden haberdar olduğuna dair dosya kapsamında bir bilgi de bulunmadığından şikâyetin süresinde olduğunun kabulü ile ihalenin feshine karar verilmelidir.

17. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 7201 sayılı Kanun’un 35 inci maddesine göre yapılan tebliğin usulüne uygun olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ile 7201 sayılı Kanun’un 7/a maddesine göre özel hukuk tüzel kişisi olan borçlu şirkete tebligatın elektronik yolla yapılmasının zorunluğu olduğu, somut olayda ise satış ilanına ilişkin tebligatın elektronik yolla yapılmadığından usule uygun olmadığı, direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüşler Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

18. Hâl böyle olunca direnme kararının yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı bozulması gerekmiştir.

X. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda açıklanan değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı 5311 sayılı Kanun ile değişik 2004 sayılı Kanun’un 364 üncü maddesinin ikinci fıkrasının göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,

12.07.2023 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

KADASTRO TESPİTİNE İTİRAZ DAVASINDA TAŞINMAZIN MERA NİTELİĞİNDE OLUP OLMADIĞI VE ÜZERİNDE İNŞAİ FAALİYETİN YAPILIP YAPILMADIĞI BİLİRKİŞİ RAPORU İLE BELİRLENİR

Hukuk Genel Kurulu         2021/379 E.  ,  2023/746 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Kadastro Mahkemesi
KARAR : Davanın kabulüne

ÖZET : Dava, kadastro tespitine itiraz davasıdır. Davacı, 102 ada 395 parsel sayılı taşınmazın zilyetliğini 100 yılı aşkın bir süredir sürdürdüğünü, davalı Hazine adına yapılan tespitin hatalı olduğunu ileri sürerek kadastro tespitinin iptali ile taşınmazın kendi adına tespit ve tesciline karar verilmesini istemiştir.Mahkemece, davacının dayandığı tapu kaydının dava konusu taşınmazı kapsadığı, çekişmeli taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan mera niteliğindeki yerlerden olmadığı kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Davacı, taşınmazın zilyetliğini 100 yılı aşkın bir süredir sürdürdüğünü ileri sürmektedir. Mahkemece, davacının dayandığı tapu kaydının dava konusu taşınmazı kapsadığı, çekişmeli taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan mera niteliğindeki yerlerden olmadığı kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Ancak, mahkemece yapılan araştırma ve uygulama, hüküm kurmaya yeterli görülmemiştir. Dava konusu taşınmazın kadastro tespiti sırasında … vasfı ile tespit görmüş olması, taşınmazın mera niteliğinde olduğu anlamına gelmemektedir. Taşınmazın mera niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi için, taşınmazın niteliğine ilişkin bilirkişi raporu alınması gerekmektedir.Ayrıca, davacının zilyetliğini ileri sürdüğü tarihten önceki dönemde taşınmazın kime ait olduğu, taşınmazın hangi amaçla kullanıldığı, taşınmazın üzerinde herhangi bir inşai faaliyetin yapılıp yapılmadığı gibi hususların da araştırılması gerekmektedir. Bu durumda, mahkemece, taşınmazın niteliğine ilişkin bilirkişi raporu alınarak, davacının zilyetliğini ileri sürdüğü tarihten önceki dönemde taşınmazın kime ait olduğu, taşınmazın hangi amaçla kullanıldığı, taşınmazın üzerinde herhangi bir inşai faaliyetin yapılıp yapılmadığı gibi hususlar da araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.


1. Taraflar arasındaki kadastro tespitine itiraz davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Kadastro Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; … ili, … ilçesi, … köyünde yapılan kadastro tespit çalışmaları sırasında müvekkilinin eklemeli olarak 100 yılı aşkın bir zamandır zilyet ve tasarrufunda bulunan taşınmazın Hazine adına tespit edildiğini, yapılan tespitin hatalı olduğunu ileri sürerek kadastro tespitinin iptali ile 102 ada 395 parsel sayılı taşınmazın müvekkili adına tespit ve tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; dava konusu taşınmazın … niteliği ile Hazine adına tespit gördüğünü, imar ve ihya durumunun bulunmadığını ve taşınmazın tarıma elverişli hâle getirilmediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemenin Birinci Kararı
6. … Kadastro Mahkemesinin 18.06.2010 tarihli ve 2009/31 Esas, 2010/38 Karar sayılı kararı ile; davacının kendisine verilen süre içerisinde keşif giderlerini yatırmadığı, dolayısıyla iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Özel Dairenin Birinci Bozma Kararı
7. … Kadastro Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
8. Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 03.10.2011 tarihli ve 2010/7110 Esas, 2011/5054 Karar sayılı kararı ile; “…3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 36. maddesinin, ispat külfeti kendisine düşen taraf aleyhine uygulanabilmesi için öncelikle dosyanın keşfe hazır hale getirilmesi, bunun için uyuşmazlığı niteliğine göre taraflardan tanıkları ve diğer delillerinin sorulup saptanması, dayanılan kayıtlar varsa celbedilip dosyaya konulması, komşu parsel tutanak ve dayanaklarının getirtilmesi, yerel bilirkişi adaylarının isimlerinin zabıta aracılığı ile tespit edilmesi gerekir. Dosyanın keşfe hazır hale getirilmesinden sonra belirlenecek keşif günü ile ilgili ara kararında hakim, katip, mübaşir, yerel bilirkişi adayları, taraf tanıkları, uzman bilirkişilere verilecek ücretler, vasıta parası ve yapılacak tebligatlarla ilgili masraflar kalemler halinde gösterilip, bu ücretlerin temini ve yatırılması için ilgililere makul bir süre tanınmalı, ilgiliye tanınacak süre ile keşif günü arasında bilirkişi adayları, taraf tanıkları ve uzman bilirkişilere çıkarılacak davetiyelerin muhatabına ulaşabilmesi için yine uygun bir sürenin bulunmasına özen gösterilmeli, bu ara kararına uymamanın sonuçları, hazır bulunan davacılara ihtar edilip, hazır bulunmayanlara usulen tebliğ edilmelidir. Somut olayda; komşu parsel tutanak ve dayanakları getirtilmemiş, taşınmazın sınırında mera parseli bulunması nedeniyle yerel bilirkişi ve tanıkların komşu köylerden seçilmesi gerektiği düşünülmeden, keşif yerinde aynı köyden isimleri belirlenen beş kişinin hazır olması kararlaştırılmış olduğu gibi, mahkemece hükme dayanak yapılan ara kararda teknik bilirkişilerin ve davacı tanıklarının keşif mahallinde hazır bulunmaları için yapılacak tebligat masrafları gösterilmemiş ve yerel bilirkişiler ile tespit bilirkişileri için tebligat gideri yatırılmasına karar verildiği halde, aynı zamanda bu bilirkişilerin keşif günü ve saatinde keşif mahallinde hazır edilmeleri için ilçe jandarma komutanlığına yazı yazılmasına karar verilerek karışıklık yaratılmıştır. Hal böyle olunca, dosya keşfe hazır hale getirilmeden keşif kararı verilmesi isabetsiz olduğu gibi, bir an için keşif kararının yerinde olduğunun kabul edilmesi halinde dahi, açıklanan nedenlerle usulüne uygun olmayan ara kararına dayanılarak verilen kesin süreye uyulmaması nedeniyle keşif delilinden vazgeçildiği kabul edilerek davanın reddine karar verilmiş olması da isabetsiz…” olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin İkinci Kararı
9. … Kadastro Mahkemesinin 20.07.2012 tarihli ve 2012/5 Esas, 2012/35 Karar sayılı kararı ile bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucu; dava konusu taşınmazın kadastro çalışmaları esnasında … vasfı ile tespit edildiği, yapılan keşif sonucunda taşınmaz üzerinde uzunluğu 50 cm olan otlar görüldüğü, taşınmazın düz sayılabilecek bir alanda bulunduğu ve komşu şahıs arazileri ile aynı mahiyette olduğu, bu taşınmazın iki hududunda bulunan mera parselinin daha çok yüksek alanlara doğru uzanan, dağlık ve engebeli bitki örtüsünün tamamen yok olduğu alanlara tekabül ettiği, dava konusu taşınmazın gerek bitki örtüsü gerek toprak yapısı itibariyle mera vasıflı taşınmazdan ayrıldığı, keşif esnasında dinlenen mahalli ve tespit bilirkişileri davacının kardeşiyle aralarında 1999 yılında harici taksim yaptıklarını ve o tarihten beri davacının taşınmazı ot biçtirerek sürekli kullandığını beyan ettikleri, keşif esnasında davacının da Kocaeli ilinde ikamet ettiğini ancak … köyünde büyükbaş hayvanının bulunduğunu, taşınmazdaki otları biçtirerek hayvanlarına yedirdiğini, taşınmazı yaklaşık 13 senedir bahsettiği şekilde kullandığını beyan ettiği, öncesinde de taşınmazın davacının anne, baba ve atalarının zilyetliğinde bulunduğunun mahalli bilirkişilerle tespit bilirkişisinin beyanlarından anlaşıldığı, yapılan keşifte davacının dayandığı tapu kaydının dava konusu yere ait olduğunun anlaşıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın davalı … adına yapılan tespitinin iptali ile kadastro tespit tutanağında belirtilen miktar, ölçü ve vasıf ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin İkinci Bozma Kararı
10. … Kadastro Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
11. Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 17.12.2012 tarihli ve 2012/8393 Esas, 2012/10855 Karar sayılı kararı ile; “…Mahkemece davacı dayanağı tapu kaydının dava konusu taşınmazı kapsadığı, çekişmeli taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan mera niteliğindeki yerlerden olmadığı kabul edilmek suretiyle hüküm kurulmuş ise de; yapılan araştırma ve uygulama hüküm kurmaya yeterli bulunmamaktadır. Davacı ile dayanağı tapu kaydının malikleri arasındaki akti veya ırsi ilişkinin bulunup bulunmadığı araştırılmamış, dayanak tapu kaydının gayri sabit sınırlı olması nedeniyle miktarıyla geçerli olacağı dikkate alınıp kapsamı buna göre tayin edilmemiş, sınırında mera bulunmasına rağmen yöntemince mera araştırması yapılmamıştır. Sağlıklı sonuca varabilmek için davacının dayanak tapu kaydında adları geçen kişilerle akti veya irsi ilişkileri belirlenmeli, mahallinde yaşlı, tarafsız, yöreyi iyi bilen, davada yararı bulunmayan komşu köylerde ikamet eden şahıslar arasından seçilecek yerel bilirkişilerle ve aynı yönteme göre tespit edilecek taraf tanıkları, fen ve üç kişilik ziraat mühendisleri kurulu huzuruyla keşif icra edilmelidir. Keşif sırasında dayanılan tapu kaydının gayri sabit sınırlı olması nedeniyle kapsamının miktarı ile geçerli olacağı dikkate alınarak uygulanıp kapsamı belirlenmeli, bilirkişilerce gösterilemeyen sınırlar için taraflara tanık dinletme imkanı sağlanmalı, bilirkişi ve tanıklardan taşınmazın ilk maliki, intikali ve tasarrufu hususlarında maddi olaylara dayalı ayrıntılı bilgi alınmalı, teknik bilirkişiye uygulanan tapu kaydının kapsamını belirtir ve keşfi takibe imkan verir kroki düzenlettirilmelidir. Tapu kaydının çekişmeli taşınmazı kapsadığının anlaşılması halinde aynı kayıt kapsamında kalan taşınmazların tutanak örnekleri getirtilerek akıbetleri araştırılmalıdır. Çekişmeli taşınmazın, tapu kaydının miktarına göre kapsamında kalmadığının anlaşılması halinde ise; sınırında mera bulunduğundan öncesinin mera olup olmadığı, taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olması halinde imar ve ihyaya konu edilip edilmediği, imar ve ihyaya konu edilmiş ise ihyanın hangi tarihte başlayıp ne zaman bitirildiği yerel bilirkişi ve tanıklara etraflıca sorulup maddi olaylara dayalı olarak açıklattırılmalı, yerel bilirkişi ve tanık sözleri komşu parsel tutanak ve dayanakları ile denetlenmeli, üç kişilik uzman ziraat mühendislerinden oluşan bilirkişi kurulundan taşınmazın niteliğiyle ilgili ayrıntılı ve gerekçeli rapor alınarak bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Mahkemece, bu hususlar göz ardı edilerek eksik araştırma ve uygulama ile yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz …” olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Mahkemenin Üçüncü Kararı
12. … Kadastro Mahkemesinin kapatılması üzerine dosyanın gönderildiği … Kadastro Mahkemesinin 19.08.2015 tarihli ve 2013/81 Esas, 2015/30 Karar sayılı kararı ile bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucu; dava konusu taşınmazın batısının 182 sayılı, güneyinin kısmen 201 sayılı, kuzeyinin kısmen 156 sayılı parseller ile çevrili olup kuzeyi, doğusu ve güney sınırları ile beraber uzanan kuru derenin bulunduğu, kuru dereden sonra 394 sayılı mera parselinin geldiği, 394 sayılı mera parseli ile dava konusu 395 sayılı parseli zeminde birbirinden kuru derenin ayırdığı ve sabit sınır oluşturduğu, yapılan keşifte davacının dayandığı 1943 tarihli, cilt no 30, sayfa 89, sıra 1’de kayıtlı tapu kaydı ve geldilerinin mahalli bilirkişilerin ve tanıkların yer göstermeleriyle dava konusu taşınmaza uygulanmaya çalışıldığı, davacının dayanağı tapu kaydının tüm sınırları itibariyle dava konusu taşınmazı da içerisine alacak şekilde çok geniş bir alanı kapsadığının anlaşıldığı, taşınmazın davacının dedesine ait olduğu ve ölümüne kadar kullandığı, ölümü ile taşınmazın davacının babasına kaldığı, babasının da taşınmazı 23-25 yıl kadar önce oğlu olan davacıya bağışladığı, davacının da tapulu taşınmazı aynı şekilde 20 yıldan fazladır kullandığı ve zilyetlik süresinin eklemeli olarak 100 yılı geçtiği, bu durumun teknik bilirkişi raporu, tespit ve yerel bilirkişilerin beyanları ile sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın davalı … adına yapılan tespitinin iptali ile davacı adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.
Özel Dairenin Üçüncü Bozma Kararı
13. … Kadastro Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
14. Yargıtay (Kapatılan) 16. Hukuk Dairesinin 09.02.2018 tarihli ve 2015/20884 Esas, 2018/748 Karar sayılı kararı ile; “…Mahkemece davacının dayanağı tapu kaydının taşınmazı kapsadığı gerekçesi ile yazılı şekilde hüküm kurulmuştur. Ne var ki, tapu kaydının gayri sabit sınırlı olduğu önceki bozma ilamında da belirtilmiş olup, kayıt kapsamı miktarı ile değerlendirildiğinde uygulanan tapu kaydının sabit sayılabilecek … yolundan itibaren taşınmazın bulunduğu yere ulaşma imkanı olmayıp, bu nedenle taşınmazın kayıt kapsamında kaldığının kabulüne imkan bulunmamaktadır. Taşınmaza bitişik mera parseli ile arada ayırıcı bir unsur bulunup bulunmadığı belirlenmediği gibi, taşınmazın konumu ve eylemli durumu itibarıyla ve dosyaya ekli fotoğraflara göre üzerinde ekonomik amaca uygun zilyetlik bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca davanın reddine karar verilmesi gerekirken dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeyle kabulüne karar verilmesi isabetsiz…” olduğu gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
15. … Kadastro Mahkemesinin 28.06.2018 tarihli ve 2018/5 Esas, 2018/12 Karar sayılı kararı ile; dava konusu taşınmaz ile komşu taşınmazlar arasında ulaşımı sağlayan aralıkların ve taşıt yollarının bulunduğu, bu aralık yollarından ulaşımın ve elde edilen … otlarının naklinin sağlandığı, yöredeki bütün taşınmazlara aynı aralıklarla ulaşım sağlandığı gibi aynı ulaşım yoluyla keşif mahalline gidildiği, dava konusu taşınmazın batısının 182 sayılı şahıs parseli, güneyinin kısmen … vasfında 201 sayılı şahıs parseli, kuzeyinin kısmen tarla vasfında 156 sayılı şahıs parseli olup kuzeyi, doğusu ve güneyi olmak üzere üç sınırı ile beraber uzanan kuru dere ile çevrili olduğu, komşusunda bulunan 394 sayılı mera parseli ile arasında 10 metre derinliğinde ve genişliğinde bulunan derenin ayırıcı unsur olduğu ve taşınmazın bu mera parseline doğru genişleme imkânının bulunmadığı, bu durumun yapılan gözlem ve bilirkişi raporuna ekli fotoğraflardan da sabit olduğu, davacının dayanağı olan 1943 tarihli, cilt no 30, sayfa 89, sıra 1’de kayıtlı tapu kaydının tüm tesis ve tedavülleri ile birlikte dava konusu taşınmaza dört sınırı itibarı ile aynen uyduğu ve geniş bir alanı kapsadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
16. Direnme kararı süresi içinde davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
17. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kadastro tespitine itiraz istemli eldeki davada, davacının dayandığı eski tarihli tapu kaydının dava konusu taşınmazı kapsayıp kapsamadığı, davacının ekonomik amaca uygun zilyetliğinin bulunup bulunmadığı, buradan varılacak sonuca göre davanın reddine karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
18. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile hukuki kavramların ortaya konulmasında yarar vardır.
19. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun (3402 sayılı Kanun) 20 inci maddesinde kayıt ve belgelerin kapsamının ne şekilde tayin edileceği düzenlemiştir. Kanun’un 20/A maddesine göre tapu kayıtlarının kapsadığı yer tayin edilirken, tapu kayıtları ve belgeler, harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise harita, plan ve krokideki sınırlara itibar olunacağı; 20/B maddesinde harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise sınır yerlerine itibar edilerek kapsamının belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
20. 3402 sayılı Kanun’un 20/C maddesi hükmüne göre; “Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara itibar olunur. Ancak değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa, tespit o sınır esas alınarak yapılır” şeklindedir. Gerçekten de belgenin birbiri ile bağlantısız, değişmeye ve genişletilmeye elverişli sınırları göstermesi hâlinde kayıtların kapsamının miktarına göre belirlenmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle; tapu kaydı sabit sınırlı değilse kayıt üzerinde yazılı olan miktar kadar geçerlidir ve kapsamı da bu miktara eşit şekilde tayin edilmelidir.
21. Bu açıklamalardan sonra zilyetlikle kazanma olgusu yönünden de bir takım açıklamalar yapılması gerekmektedir.
22. 3402 sayılı Kanun’un “Tapuda kayıtlı olmayan taşınmaz malların tespiti” başlıklı 14 üncü maddesinde;
“Tapuda kayıtlı olmayan ve aynı çalışma alanı içinde bulunan ve toplam yüzölçümü sulu toprakta 40, kuru toprakta 100 dönüme kadar olan (40 ve 100 dönüm dahil) bir veya birden fazla taşınmaz mal, çekişmesiz ve aralıksız en az yirmi yıldan beri malik sıfatıyla zilyetliğini belgelerle veya bilirkişi veyahut tanık beyanlarıyla ispat eden zilyedi adına tespit edilir…” hükmü yer almaktadır.
23. Açıklanan Kanun hükmüne göre, olağanüstü zamanaşımı yolu ile taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasına ilişkin temel koşulların 3402 sayılı Kanun’un 14 üncü maddesinde hüküm altına alındığı görülmektedir. Buna göre; tapuda kayıtlı olmayan bir taşınmazı aralıksız ve nizasız yirmi yıllık süreyle malik sıfatı ile elinde bulunduran ve zilyedi olan kişi, taşınmazın kendi mülkü olmak üzere adına tescilini talep edebilir.
24. Uygulama ve teorideki açıklamalara göre 3402 sayılı Kanun’un 14 üncü maddesinde hüküm altına alınan koşulları, taşınmaza ilişkin koşullar ve zilyetliğe ilişkin koşullar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Tapuda kayıtlı olmayan taşınmazların zamanaşımına dayanılarak kazanılabilmesi için taşınmazın özel mülkiyete elverişli olması, zamanaşımı ile kazanılmasını yasaklayan bir kanun hükmünün bulunmaması ve taşınmazın kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmazlardan olmaması gerekir. Taşınmaz üzerinde sürdürülmesi gerekli olan zilyetliğin ise malik sıfatı ile aralıksız ve nizasız ve yirmi yıllık süreyle olması gereklidir.
25. 3402 sayılı Kanun’un 14 üncü maddesinde kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğinin süresi davasız ve çekişmesiz yirmi yıl olarak kabul edilmiştir. Kazanmayı sağlayan zilyetliğin lehine olan tarafça kanıtlanması gerekir. Maddi olaylardan olan zilyetlik her türlü delille kanıtlanabilir.
26. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde, 07.01.2009 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında … ili, … ilçesi, … köyü, … mevkinde bulunan dava konusu 102 ada 395 parsel sayılı taşınmazın 89.282,00 m2 yüzölçümünde, belgesizden, … vasfı ile … … kızı … …’ın zilyet ve tasarrufunda bulunduğu, adı geçenin aynı çalışma alanında kuru arazide edindiği taşınmaz miktarının 100 dönümü geçtiği belirtilerek Hazine adına tespit edildiği, tutanağın askı ilanına çıkarılmasından sonra davacı tarafından zilyetlik sebebine dayalı olarak eldeki davanın açıldığı görülmüş, yargılamanın devamı sırasında ise davacının bu yere ait dedesi adına tapu kaydının bulunduğunu ve dava konusu taşınmaz üzerindeki zilyetliğinin eklemeli olarak 100 yıla yakın olduğunu ileri sürdüğü anlaşılmıştır.
27. Öncelikle davacının dayandığı 1943 tarihli, cilt no 30, sayfa 89, sıra 1’de kayıtlı tapu kaydının gayri sabit sınırlı olması nedeniyle kapsamının miktarı ile geçerli olacağı dikkate alınarak uygulanıp kapsamı belirlenmelidir. Buna göre uygulanan tapu kaydı 1.000 dönüm olup, … yoluna komşu parsellerin miktarı dikkate alındığında tapu kaydının sabit sayılabilecek … yolundan itibaren dava konusu taşınmazın bulunduğu yere ulaşma imkânı olmayıp, bu nedenle taşınmazın kayıt kapsamında kaldığının kabulüne imkân bulunmamaktadır. Diğer taraftan, davacı dava dilekçesinde dava konusu 102 ada 395 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki zilyetliğinin eklemeli olarak 100 yıla yakın olduğunu ileri sürerek adına tesciline karar verilmesini talep etmiş ise de 03.07.2012 tarihinde yapılan keşifte kardeşleri ile yaptığı taksim sonucu dava konusu taşınmazın kendisine düştüğünü, 02.06.2015 tarihinde yapılan keşifte ise bu yerin babası tarafından kendisine bağışlandığını beyan etmiştir. Kadastro tutanağına göre taşınmaz miktar fazlası olarak davalı … adına tespit edilmiş olup, dosya kapsamına göre davacının taşınmaz üzerinde ekonomik amaca uygun zilyetliğinin bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yine keşif esnasında çekilen fotoğraflardan taşınmaza bitişik mera parseli ile arasında ayırıcı bir unsur bulunmadığı da görülmüştür.
28. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; davacının dayandığı tapu kaydının dava konusu yeri de içine alacak şekilde geniş bir alanı kapsadığı, mera parseli ile dava konusu yer arasında bulunan kuru derenin ayırıcı unsur olduğu ve davacının ekonomik amaca uygun zilyetliğinin de bulunduğu, açıklanan sebeplerle direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
29. Hâl böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle uygulanan tapu kaydının … yolundan itibaren taşınmazın bulunduğu yere ulaşma imkânı olmayıp, bu nedenle taşınmazın bu tapu kaydı kapsamında kaldığının kabulüne imkân bulunmadığı, mera parseli ile arada ayırıcı bir unsur olmadığı gibi taşınmazın konumu ve eylemli durumu itibarıyla ve dosyaya ekli fotoğraflara göre üzerinde ekonomik amaca uygun zilyetliğin de bulunmadığı anlaşıldığından Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki hükümde direnilmesi doğru olmamıştır.
30. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
31. Öte yandan dava tarihi “20.04.2009” olmasına karşın karar başlığında “20.04.2018” olarak yazıldığı görülmüş olmakla birlikte bu husus maddi hata olarak değerlendirilmiş ve esasa etkili görülmediğinden işaret edilmekle yetinilmiştir.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3 üncü maddesi atfıyla uygulanması gereken 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
12.07.2023 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.

Sohbeti başlat
Merhaba, size nasıl yardımcı olabiliriz?